Dinsizlik suçu


Geçen hafta Fazıl Say’ın birkaç tweet’i olay oldu. Aslında büyütülecek birşey yoktu; birkaç retweet (başkasının tweetini aktarmak), birinde Ömer Hayyam’a atfedilen iki mısra, öbüründe de 22 saniyede biten akşam ezanına dair bir şaka vardı.

“Hakaret edildi” korosu hemen devreye girdi ve yine akıl almaz edepsizlikte saldırılar başladı. Cevap verenlerin Fazıl Say’ın ne yazdığını okudukları bile şüpheli. Birileri “dine hakaret” der, onlar hemen atlar.

Sosyal medya cangıl gibidir, böyle şeyler olur, geçer gider. Ama hassasiyeti çok yüksek bir vatandaş olayı büyütmüş, Fazıl Say’ı “dini değerlere hakaret” ve “halkı kin ve düşmanlığa tahrik” ettiği için mahkemeye vermiş.

Hakaret veya tahrik bahanesinin gerçek olmadığını tabii herkes biliyor. Maksat, aykırı görüşleri sopa göstererek susturmak. Artık çok “demokratik” olduğumuz için DGM’ye gidilmiyor, onun yerine yobaz kitleler kışkırtılıyor, bu da “milletin sesi” oluyor.

Hatırlarsanız Bahadır Baruter bir karikatüründe, ancak çok dikkatli bakılarak görülebilecek şekilde “allah yok, din yalan” yazılı olduğu için, yukarıdaki gerekçelerle mahkemeye verilmişti.

“Saygı” bahanesi

Bu terörü estirenlerin ağzında dolaşan yave hep aynı: “İnanmasan da saygı duyacaksın, yoksa fena yaparız.

Bir kere, birisi bir şeye inanıyor diye, başkası aynı şeye saygı duymak zorunda değil. Özellikle de saygı inançtan kaynaklanıyorsa. Sözgelişi, dinsiz birisi peygamberin isminin başına “Hazreti” sıfatını getirmek, sonuna “s.a.v” yazmak zorunda değildir, çünkü onun kutsal bir kişi olduğuna inanmıyordur. “Saygı” diye bunları söylemeye zorlamak, “sen de benim inandığıma inanacaksın” demektir.

Zaten saygı talep edenlerin tepkilerini takip ettiğinizde tam da bu tavrı görüyorsunuz. İnançsızlık beyanı sözlü veya fiziksel saldırıya uğramak için yeterli. “Saygı” ile kastettikleri şu: “Benimle aynı fikirde değilsin, demek ki benim fikrimi beğenmiyorsun, demek ki bana saygılı değilsin. Madem ki saygısızlığı sen başlattın, ben de sana her şekilde saldırabilirim.

Bugün ateistliği ifade etmek saygısızlık. Yarın namaza gitmemek, Kuran’ı ezberlememek, çarşaf giymemek, sakal bırakmamak saygısızlık olacak.

Saygı talep edenlerin çok saygılı üslubuna da bir bakın hele. Bu yüksek ahlâki seviyeyi görünce insanın ihtida edesi geliyor.

Dinsizlik korkusu

Biri “Allah yok” deyince bu hakaret sayılır, ama Başbakan “Tabii ki dindar nesil yetiştireceğiz. Kimse bizden ateist yetiştirmemizi beklemesin” diyebilir. Milletvekili “Ateistlerden hiç bir zaman hayır gelmemiştir” diye kin ve düşmanlığa tahrikin âlâsını yapabilir, ama onlara dava açılmaz.

Yüzde doksanbilmemkaç müslüman olan bir ülkedeki bu ateizm korkusu, büyük felâketlere gebe olmasa komik olabilirdi. Sanki başıboş bırakılırsa büyük katliam yapacak dev bir kitleden bahsediyoruz. 90’ların şeriat korkusu bile daha gerçekçiydi (ki o korkunun haklı çıkma ihtimali günden güne artıyor).

Peki neden bu mantıksız korku? Zaten suya sabuna dokunmadan sessizce yaşayan birkaç bin ateist neden birdenbire yakın ve açık tehlike oldu?

Tahminimce ilk sebep, hükümetin laiklik prensibine dair uygulamaları ateizm olarak etiketleyip, laikliği ortadan kaldırma taktiği benimsemiş olması. Bu mantıkla, okulda din dersi olmasın, memurlar başörtüsü takmasın, mahkemelerde din kitabına el basılmasın, devlet dinî söylemler kullanmasın demek, hep ateistlik oluyor. Böylece özgürlükçü ve laik muhalefet çok Müslüman halkımızın duygu duvarına ve nazik hassasiyetlerine çarpıp kırılıyor.

Siyasi felsefe olarak hiç bir zaman çağdaş incelikte bir ülke değildik, ama şimdi düpedüz Ortaçağ’a geri döndük.

Bunun yanında ikinci, daha derin bir sebep var. Dinî otoritelerin yüzyıllarca dinsizleri ve kâfirleri vahşetle ezmelerinin altındaki sebep.

Meselâ birisi Dünya’nın düz olduğunu söylediğinde ne yaparız? Hiç. Çünkü Dünya’nın biçimine dair elimizde bir yığın kanıt var, ve hiç biri düz olduğunu göstermiyor. Saldırmayız, “saygı” diye bağırmayız, kazığa bağlayıp yakmayız. Sadece güleriz.

Ama din, herhangi bir dayanağı olmayan bir kurallar silsilesidir. Deneye, gözleme, herhangi bir gerçeğe dayanmaz. Bu yüzden, birinin “inanmıyorum” demesi çok yıkıcı olabilir. Bir inançsızın açtığı çatlaktan birçok kişi kaçabilir. Dinin otoritesi sarsılır, ona gözü kapalı itaat edenlerin sayısı azalır, inandırıcılığı düşer. Bunu engellemek için daha çocuklukta insanların beyinleri yıkanır, ve aykırı sesler zaman geçirmeden susturulur. Gülmeye ve şakaya yer yoktur.

Birçok samimi inançlı, temiz kalpli dindar tanıdım. Farklı düşünenleri olduğu gibi kabul eder, inançlarını makul ve mutedil şekilde yaşarlar. Onların medeniliğine karşılık, yobaz neden saldırgandır?

Korkuyordur çünkü. İnancını kaybetmekten korkuyordur. Kalben ve kafaca zayıftır aslında. Birisinin farklı çıkışına nasıl karşılık vereceğini düşünemez, birçoğu düzgün bir cümle bile kuramaz, o zaman da şiddet kullanır, “vurun, konuşturmayın” diye bağırır. Ödü kopar karşısındakine kanıp imanını zedelemekten; inancı kırılgandır.

Tanrısına inancı bile tam değildir. Karşısındaki inançsızı kendi eliyle cezalandırmayı tercih eder. Ne olur ne olmaz, belki Tanrı vermez o cezayı, kendisi vermelidir. Oruç tutmayanı bıçaklar, yazı yazanı bombalar, tipini beğenmediğini döver. Tanrı adına ceza dağıtmanın şirk koşmak olduğunu, yani dinince en büyük günahı işlediğini düşünmek işine gelmez.

Meselâ Sivas Katliamı sırasında duyulan “Allah’ım bu senin ateşin!“, “Cehennem ateşi işte.” bu sapıklığın mükemmel bir örneği.

Milyonlarca yobaz, birkaç bin ateistten korkuyor. Ateistlerin sadece varolması bile dini “tartışılmaz gerçek”ten “inanç” seviyesine indirir. Samimi inançlılar için birşey değişmez, ama şeyhlerin, papazların, ayetullahların otoritesi sarsılır. Bu yüzden ateistlerin daha görünür ve duyulur hale gelmeleri gerekiyor, kendilerini öldürtmeden tabii. Bakarsınız zannedildiğinden daha çok sayıda ve daha etkili oldukları ortaya çıkar.

Bitirirken Fazıl Say’ı dinleyerek ağzımızın tadını yerine getirelim.

Yazar: Kaan Öztürk

Fizikçi, veri bilimci, eski akademisyen.

“Dinsizlik suçu” için 21 yorum

  1. Klasik muzik, onemi buyuk, fakat dinlemesi bile zor, caba istiyor.
    Fazil Say, buralardan cikip dunyaca meshur olabilmis bir kac
    klasik muzikl yorumcusundan 1’i.
    Muhtemelen bunlar arasinda en cok kazanani.

    Muzik haricinde ise Fazil Say,
    Celal Sengor’un Evren-severliginden bahseden yazinizdaki gibi.
    O bir fanatik , babasi gibi.
    Fanatikligi , hem zaten dar olan klasik muzikteki dinleyici kitlesini ,
    hem muzikteki ufkunu da daraltiyor.

    1. Fazıl Say’ın birçok görüşü bana da aykırı, hatta rahatsız edici geliyor. Ama bu yazı onun fikirlerini değil, o fikirleri ifade özgürlüğünü savunuyor.

      Say gerçekten fanatik bile olsa kimseye yukarıdaki numuneler benzeri hakaretler yazmadı, Kemalist olmayanların öldürülmesini savunmadı. Say’ın en katı beyanı bile yobazlardan daha medeni.

      Herkesin söylediklerinin birilerine sivri, aykırı, radikal gelmesi mümkün. Bu yola girersek herkese bir kulp takabiliriz. Ama karşınızda farklılıkları şiddetle ezmeye niyetlenen bir güruh varsa, “sen radikalsin / sen liboşsun” tartışmalarını bir yana bırakıp, beraberce o güruha karşı durmak gerekiyor.

      Öte yandan, bu dayanışmayı “amaç aracı haklı kılar” seviyesine götüremem. Celal Şengör’ün Evren’i ve darbeyi savunmasını o yüzden eleştirdim. Darbecilik savunması ifade özgürlüğüne tamamen zıttır. Düşmanımın düşmanı her zaman dostum sayılamaz.

  2. Fazil Say’a bakisim iyi bir klasik muzik dinleyicisi penceresinden sadece.
    Klasik muzik disi yanlari , okumadigi , emek sarfetmedigi , kendini yetistirmedigi icin ,
    ne ilginc gelyor ne de ciddiye alinir.

    Kufurlu resmi simdi gordum , gozukmuyordu.
    Uzucu.

    Kufur edenler kim , bilemezsiniz.
    Samil Tayyar “sahte” ismiyle dumduz kufreden var.
    Bu sahte ismi kim tercih eder ?
    Fazil Say’in bu oyunun bir parcasi oldugu ,
    kufredenlerle danisikli dogus yaptigi gibi
    bir komplo teorisi de mumkun.

    “Psikolojik harp / harekat dairesi” diye bir birim vardi ,
    sirf boyle seyler yapmak icin , vatandas vergileriyle finanse edilen.

    Bir darbenin daha uzerine gidiliyor 1-2 gundur ;
    ilk dalgadaki 30 kisinin psikolojik harpciler oldugu aciklandi ;
    basindan , diyanetten , akademiden sorumlu vd psikolojik harpciler.
    Eski bir medya patronu , cagrilirsa , “uydurma” haberler yayinlamasi
    icin bu psikolojik harpcilerin kendisine nasil baski yaptigini aciklayacagini ,
    soyledi yeni.
    Aczmendiler diye bir gosteri gurubu vardi , bunlarin psikolojik harpcilerin
    kurgusu oldugu ortaya cikmisti. Bugun ise bunlarin dogrudan
    psikolojik harpci memurlar oldugu aciklamalari var.

    Klasik muzik tarihinden 1 ornek vereyim :
    Wagner , ozellikle orkestra eserleriyle ve operalariyla ,
    en meshur bestecilerden 1’idir.
    Olumunden 50 yil sonra , nazilerin #1 bestecisi oldu ;
    haliyle de yahudilerin kabusu , hala tuylerini diken diken eder ,
    bulunduklari yerde adinin gecmesini bile kufur kabul ederler.

    Fazil Say ise hir gurun icine bizzat kendisi daliyor ,
    hic gerekmedigi halde.
    Muzigiyle rol modeli olmak yerine
    hakimiyeti zayif diliyle rol modeli olmaya calisiyor ,
    ve cirkefin ortasinda buluyor kendini.

    Murat Bardakci , bir kac kez canli yayinda
    Turkiyeli klasik muzik bestecilerinin bu isi
    beceremedigini soyledi.
    Birileri kopurdu.
    Fazil Say, cok iyi bir piyanist olmasinin yani sira
    beste de yapiyor.
    Beste yaparken , baskalarinin eserlerini calarken yapamadigi ,
    mesaj verme kaygisi agir basiyor.
    Sonuc : Fazil Say , muzik degeri yuksek beste
    yapmayi beceremiyor.
    Bestelerinin ilk 1-2 dakiksaindan sonrasini
    dinlemeye devam etmek cok zor.

    Fazil Say , klasik muzikte daha iyi , daha cok sey yapabilir ;
    bir de kendi farkina varsa.

  3. Merhaba,
    Genel itibariyle katıldığım noktaları olan bir yazı. Bununla birlikte genellemelerin toplumsal analiz ekseninde bizi yanıltıcı olması dolayısıyla eksik yönleri var. İslamcılar yada dindarlar yada kemalistler yada… şeklindeki genellemelerde bu tür alt gruplara ve bu kümelerin mensubu olarak gördüğümüz kişilere atfettiğimiz ve kimi zaman ön kabullerimizle şekillenen tanımlamalar kimi zaman oldukça yanıltıcı olabilmekte. Bazen de senelerin geçmesiyle bizde ezber olarak kalmış ve update edilmemiş bilgiler bizi yanıltabilmekte. Toplumsal tabakalarda süreğenlik ve geçişkenlik olduğundan kendilerini değiştirir ve yenilerler. Dolayısıyla, örneğin 10 yıl önceki ‘dindar’ tanımı ile günümüzdeki tanım fasrklılık gösterir. Burdaki esas durum kişilerin ve algılarının değişmesidir. Maalesef insanlarımızda bilgiden çok ‘iman etme’ kültürü var. Burdaki ‘iman etme’ ibaresinden ise kastettiğim dinsel anlamının dışına çıkıp en genel anlamındaki kullanımdır. Kendisini en aydın, entellektüel olarak gören kitlelerde de nedensellik ve bilgi düzeyinden tamamen sıyrılarak, bilgi, belge, delile dayanmayan fikirlere ‘iman etme’ durumu görülmektedir. Örneğin bir köşe yazarının yazdıkları herhangi bir sorgulamaya tabi tutulmadan hemen paylaşılmakta ve ona atıf yapılarak defalarca paylaşılmaktadır. Yani ‘taraf’ olarak kendi tarafında konumlandırdığı kişinin söylediklerine karşı tarafsız bir ‘iman’ benzeri durum görülmektedir. Bununla birlikte, gayet özgürce ve herkesin hakkı olan fakat etik ve toplumsal saygı tarafından bakıldığında yaralayıcı olan bir durum da, kendisini ‘her türlü dogmadan ve ön kabulden sıyrılmış olma’ hali ile tarifleyen bir çok kişideki bel altı vurma ve ifadeleriyle mümkün olduğu kadar diğer ‘tarafı’ yaralamaya, rencide etmeye çalışma, adeta bundan garip bir zevk alma halidir. Niyet okuyuculuğu yapmak gibi bir konumda değilim, bununla birlikte ‘imply’ kültürü olarak isimlendirdiği bu ‘aydın’ hastalığı bulaşıcı bir şekilde yayılmakta. Açık açık söylemeye cesaret edemediği konularda, bir şeylerin arkasına sığınarak, hep birşeyleri kastederek söyleme, birisi bir şey söylediği zaman da ‘aman, ben öyle kastetmemiştim’ deme, yada ‘zaten toplum cahil, anlayışı kıt’ ruh haline bürünme. Bu böyle uzar gider aslında. (Bu arada küfürlü ifadelere başvuranların zaten düşünce fakiri olup her platformda direk konu dışı tutulacak ve muhatap bile alınmayacak düzeyde olduğunu da belirteyim) Fakat bence meselenin en temelinde yatan durum bizim ne doğu ne de batı toplumu olamamızda. Toplumun çoğu doğu toplumu görünümünde; batı toplumunun simgelediği ‘aklı kullanmanın’ çok uzağında, Toplumun kendisini batıcı olarak tanımlayan kesimi ise; en genel anlamıyla daha çok ‘doğu’ toplumlarının simgelediği ‘insana saygı, insancıllık, tevazu’ gibi özellikler açısından dejenerasyon içinde. Cumhuriyeti kuralı nerdeyse 90 yıl oldu ama hala korkularla şekilleniyor dünyamız, kinle besleniyor fikriyatımız, ön kabuller ise her tarafımızı sarmış. Peki birbirimizi anlamaya çaılışma gayretimiz var mı, yada var gibi gözüken bu gayretimiz sahici mi, yoksa göstermelik mi. Hani her birimize sirayet etmiş olan doğu hastalığı gibi; dostlar alışverişte görsün misali.
    Saygılarla

    1. “İman etme”nin her kesime yayılmış bir davranış olduğuna dair fikrinize katılıyorum. Öte yandan, Doğu toplumlarında insana saygı, insancıllık ve tevazu olduğunu nereden çıkardınız?

      Bir erkekle konuştuğu için kızını kendi elleriyle öldüren anne ve babalar mı Doğu’nun insancıllığı mesela? Veya Hindistan’da “dokunulmaz”ların maruz kaldığı vahşet?

      (Bütün Doğu’yu tanımam, o yüzden Doğu dediğimde Türkiye’yi, ve bilebildiğim kadarıyla Orta Doğu ve Asya’yı kastediyorum. Hatalarım affola.)

      Doğu toplumlarında bireyin önemi yoktur. O yüzden insanlar çok basit sebeplerle, ihmalden ve düşüncesizlikten hayatlarını kaybederler, “kader” denir geçilir. Doğu’da insanlara kendilerine biçilen rollere uymaya devam ettikleri sürece kıymet verilir. Hele bir sürüden ayrılın, o zaman Doğu’nun insancıllığını görürsünüz.

      Batı’nın sicilinin en az Doğu kadar berbat olduğunu çok iyi biliyorum. Bununla beraber Batı, hiç olmazsa kendi toplumu içinde, insana kıymet verme açısından bir derece daha üstün.

      Yukarıdaki pankartlar İngiltere’de yapılan bir gösteriden. Taksim’de bir mitingde “Hıristiyanlığa hakaret edenlerin kafası kesile!”, “Türkiye, senin 9/11’in yakın!” gibi pankartlar açılsa göstericilerin başına ne geleceğini sanırım hepimiz tahmin edebiliriz.

      1. Kusursuz cinayet yoktur.

        Kanit dizisinin son bolumunde “mutfak cinayetleri”ne verilen bir bilgi :
        Hindistan’ta gelinin baslik tarafi tam olarak odenmediginde , kiz tarafi kizlarini geri istiyormus ; erkek tarafi da geri vermek yerine olduruyormus. Bu yuzden oldurulen kadinlarin sayisi ucuk rakamlara ulasip (bkz buradaki tore cinayetleri) tepki artinca bunu suc sayan yasalar cikarilip cezalar arttirilmis. Ne mi olmus : kizlari mutfakta yuzlerine kizgin yag dokerek oldurmeye baslamislar ; “yemek yaparken dustu , kolu tavaya carpti , kizgin yag yuzune dokuluverdi” diyorlarmis.

        ~1 milyar nufuslu , 200 dilli , birkac resmi dilli Hindistan’daki 1 baska gelenek : erkek cenazesini yakarken genelde yasca oldukca kucuk olan esini de canli canli onunla birlikte yakmak. Bu vahset sona ermis olabilir , ama bir kac 10 yil oncsine dek uygulsniyordu diye biliyorum.

        Hindistan’in bir baska gelenegi “kati kast sistemi”
        (aslinda buralarda da var bu : iclerinde ilkokul ogretmeni , ilkokul muduru, subay da olan babasi yasindaki 30 memurun 13 yasindaki kiz cocuguna defalarca tecavuz etmesi davasinin kararini hatirlayin : “kiz kendi istemistir”) :
        yakin zaman once 2 farkli kasttan (atiyorum : 1’i lagimcilar kasti, oteki copculer kasti) kizla oglan anlasip evlenmeye kalkisinca , aileleri gupe gunduz kalabalik cadde ortasinda parcalayarak oldurdu her 2’sini de.

  4. Yazınızda açıklanması güç noktalar var. Bir olgu ya da inancı değerlendirirken kullanılan üslup önemli midir,değil midir. Tabi siz burada Fazıl Say’ın hareketini birkaç mısra ve şaka diyerek küçümsemişsiniz sizin bakış açınızla Fazıl Say’a hakaret edenler de şaka yapmış olabilir nereden bileceksiniz. Fazıl Say’ın hareketi de ona aşırı tepki gösterenlerin sözleri de bizde eleştiri ve tartışma kültürünün olmadığını göstermektedir.Fazıl Say çıksa dese ki ben şunlara şu gerekçeden inanmıyorum o zaman demokratik bir şekilde kendini ifade etmiş olmaz mı ? Kendi fikrini ve inancını belirtirken karşı tarafı küçümseme ve dalga geçme iyi bir yol olmasa gerek (bu her iki taraf için de geçerli) Bir de meseleyi hemen şeriat , kara çarşaf , sakal imgeleriyle süsleyerek konuyu sulandırmışsınız. dini veya kutsal değerleri çarşaf,sakala indirgeyerek tabiri caizse basitleştirmeye çalıştırıyorsanız diyecek bir şey yok, sap samanı karıştırarak Fazıl Say ekseninde hakaret etmeyi normal göstermeye çalışmışsınız.

    Demek istediğim Fazıl Say’a yapılan hakaretlerin yanlışlığını göstermeye çalışırken Fazıl Say ‘ı aklamaya çalışmışsınız. Bir inancı veya fikri eleştirirken ima ile dalga geçme,küçümseme dolayısıyla hakeret içeren sözler söyleme ne kadar doğrudur acaba?

    1. Say’a yönelik tweetlerin arkadaşlar arası geyik muhabbeti ve şakalaşma olmadığı herhalde besbelli.

      Fazıl Say’ın daha önce defalarca fikirlerini uzun gerekçelerle sunduğundan eminim. 140 karakter içinde ne kadar ayrıntıya girebilir ki? Hem buna mecbur mu? Her ağzımızı açtığımızda ayrıntılı bir felsefe tezi mi sunmalıyız?

      Tartışma kültürümüzün olmamasının temel sebeplerinden biri, hemen “hakaret” diye bağırıp öfkelenmemizdir. Mizah, ironi, dalga geçme, veya küçümseme, hakaret değildir. Alay edebilir, beğenmiyorum diyebilir, ilkeldir diyebilir. Bunlar tatsız veya yanlış bir üslup olarak görülebilir, ama bu üslup fikir özgürlüğüne dahildir. Kaldı ki Say’ın mevzubahis tweetlerinde böyle bir üslup görmedim.

      Verdiğim örnekler sadece farklı düşünmeyi hakaret saymanın mantıken götüreceği yeri gösteriyor. “Allah yok” demek davalık olabiliyorsa, yakında açıkça yasaklanabilir demektir. Ondan sonraki mantıklı adım dinin emrettiği (daha doğrusu, yöneticilerin dinin emrettiğini söyledikleri) şekilde yaşamamanın yasaklanmasıdır.

      1. “Mizah, ironi, dalga geçme, veya küçümseme, hakaret değildir.” demişsiniz, bu bence onun nasıl yapıldığı ile çok alakalıdır. Mesela bir aşağılama bu ufak bir şaka olabileceği gibi bir kişinin veya kişilerin hakkına tecavüz olarak da
        algılanabilir, burası son derece tartışmalı bölgeler ve bu konu çok su götürür.
        Her yazınınzın sonunda ima ettiğiniz şeriat gelecek , dini yaşantı zorunlu olacak kaygıları son derece gereksiz ve gerçek dışı duygulardır,artık bu tür kaygılar inandırıcı olmuyor ,bu tür söylemlerin prim yaptığı devirler eskide kaldı bence….

        1. Her yazımda değil, sadece bu yazımda söyledim bunu. Prim yapma gibi bir amacım yok, zaten nasıl yapılır onu da bilmem; bilakis bu tartışmalardan hep uzak kalmaya çalıştım, ama artık naçiz kanaatimi söyleme ihtiyacı duyuyorum. Verdiğim rahatsızlık için özür dilerim. Beni böyle bir meczup olarak kabul buyurun lütfen.

          İşin komiği, birkaç yıl önce ben de aynı şeyleri söylüyordum. Aman işte normalleşiyoruz, az da olsa demokratikleşiyoruz, kalkınıp zenginleştikçe daha da demokratik olacağız, şeriat korkusu boş, vs. Sonra 12 Eylül referandumu, ardından 12 Haziran seçimleri derken bir baktım, aa, başbakan ve A.K. Partisi iyice coşmuş, eski göstermelik demokrasi maskesini bile takmaya zahmet etmez olmuşlar. E mecburen fikir değiştirdik.

          Velhasıl, “şeriat gelecek kaygıları yersiz” demek artık yersiz. Son bir yıldaki olaylar bunu gösteriyor.

  5. o kutsal diye toz kondurmadiginiz kitap, bizim gibi ateistleri(kafirleri) katli vacip diye tanimliyor, ben nesine saygi duyayim.
    hem gunah benim kime ne…

  6. Yapılan yorumların hepsi bir yana, biz Türkler neden girdiğimiz her sitede küfürsüz yorum yapamaz olduk, doğru düzgün bir ifade yok, baştan aşağı küfür, zavallı insanlar !

  7. beyefendi kendi bloğunda fazıl saya edilen ve benimde doğru bulmadığım küfürlerden şikayetçi ama üyesi olduğu partinin internet yayın organında ”köşe yazarı” olarak istihdam edilenlerin ifade özgürlüğü diye diye hemen hergün din’e inananlara küfürden binbeter şeyleri yazıp çizmesinden rahatsız değil.Kendi dünya görüşüne uygun olan ve ne kadar uç olursa olsun her türlü karalamayı ÖZGÜRLÜK tanımının içine sığdırabiliyor.Ama karşı taraftan biri örneğin ;”ben dindar nesil isterim elbette çünkü dindarım,ateistmi yetiştireyim” dediğinde
    – oyyy başladı bu şeriatçı yobaz takımı! kesecekler bizi kaçın!!!
    nidaları eşliğinde 28 şubatın iğrenç ve ucuz propagandalarını kelimelerin yerlerini birazcık değiştirerek tekrarlamaktan geri durmamaktalar.

    Zaten müntesibi olduğu çakma solcu partisi, nevzat tandoğan kafasının ”bu ülkeye hangi ideoloji gerekse biz getiririz” dediği ve derin devletin amentüsü olan bu kaide çerçevesinde 28 şubatçı,27 mayısçı cuntacı-sekülerist kafanın ulusalcı değil daha komunistmiş görünen tarafını ”doldurmak” maksatlı kurulmuştur. Ve hergün yaptıkları onlarca mide bulandıran haberle, eylemle bu vazifeyi fazlasıyla yerine getirmektedirler.

    Sol,böyle örnekler gibi niceleri sayesinde küçüldü küçüldü ufacık oldu da en son böyle ne idüğü belirsiz blok sayfalarının içinde feryat edecek kadar zavallılaştı(tabi benim anladığım ve görmek istediğim sol değil.1960 model enver hoca/brejnev kafası sol-cuk)

Ali Aydın için bir cevap yazın Cevabı iptal et