Dedelerden torunlara

"Yaşlı Adam ve Torunu", Domenico Ghirlandaio.
“Yaşlı Adam ve Torunu”, Domenico Ghirlandaio. Wikipedia.

Bugün (1 Ekim) merhum dedemin 112. doğum yıldönümü. Kendisini daha önce, kendi gözümden tanıdığım kadarıyla anlatmıştım başka bir yazıda.

112 sayısının özel bir anlamı yok tabii. Ama, kanlı canlı olarak tanıdığım, çocukluğumu evinde geçirdiğim, hep aynı mahallede yaşadığımız, hatırası zihnimde hâlâ canlı olan birinin doğumunun üzerinden 112 yıl geçmiş olmasının verdiği garip bir his var. Daha önce buna hiç dikkat etmemiştim.

Dedem Osmanlı devletinin son yıllarında Bursa’da doğmuş, Yunan işgalini bir ilkokul öğrencisi olarak yaşamış, Cumhuriyet’in yüksek öğrenim gören ilk kuşağı içinde yer almış, 2005’deki ölümüne kadar bütün tarihe şahit olmuş birisiydi. Herkes gibi, görüp yaşadıklarına göre kanaatler oluşturmuş, siyasi bir duruş benimsemiş, eylemlerini buna göre belirlemişti.

Ondan duyduklarım ve öğrendiklerim, kaçınılmaz bir şekilde benim zihnimin şekillenmesine katkıda bulundu. Bazı niteliklerine imrendim ve taklit etmeye çalıştım; bazı düşüncelerini ise beğenmedim, eleştirdim, başka bir yol benimsedim; ama her iki durumda da ondan etkilendim.

Bazı tarihçiler, ondokuzuncu yüzyılın (soyut bir anlamda) 1914’de sona ermiş olduğunu savunurlar. Bu açıdan bakınca “19. yüzyılda” doğup 21. yüzyıla kadar yaşamış birisinin izi var kişiliğimde. Bu iz kişisel hafızamı kendi doğumumdan çok daha öncesine taşımamı sağlıyor ve dünyayı yorumlamamda etkili oluyor. Bugün gördüğüm bazı şeyleri dedemden duyduklarımla karşılaştırıyorum, benzerlikleri ve farklılıkları görüyorum. Dedem gibi doksanlarıma kadar yaşarsam, bu birleşik hafıza yüz elli yıl geriye uzanıyor olacak.

Nitekim bütün insanlar için geçerli bu. Ailemizin en yaşlısından duyup öğrendiklerimiz, bize gerçek olarak görünen en eski bilgiler oluyor. Kitaplardan ve rivayetlerden daha eski olayları öğrenebiliriz elbette, ama bunlar artık “mişli geçmiş” oluyor bizim için. Kişisel tecrübeler kadar güvenilir ve gerçek gelmiyor. Bu yaşlının bir aile büyüğü olması gerekmiyor tabii; şahsen tanıyıp sözüne güvendiğiniz herhangi biri olabilir.

Bu mekanizma kültürde süreklilik (veya atalet) sağlıyor. İster dedelerimizin her şeyini beğenelim, ister onlara topyekün isyan edelim, aslında büyük ölçüde onların çerçevesinde yaşıyoruz. Hiç bir kuşak sıfırdan başlamıyor, bu yüzden esaslı bir değişim yüz-yüzelli yıl sürüyor.  Ardından gelen yeni kuşak, dedelerimizin yüzünü hiç görmeyenler, daha farklı çerçevelere taşıyabiliyorlar kavgalarını (tamamen farklı olmuyor elbet, çünkü onların dedeleri olan bizler, eski çerçevelerin bir kısmını yaşatıyoruz.)