Kara Kutu: “Nereden biliyorsun?”

Komplo teorisyeni Soner Yalçın, Kara Kutu kitabının Sen Nereden Biliyorsun? başlıklı onuncu bölümünü bilimsel yayın sahtekârlıklarına ayırmış ve benim bu konuda yazdığım eski bir makaleden alıntı yapmış. Bilimsel sahtekârlıklara dikkat çekilmesini normalde takdir etsem de, Yalçın burada tamamen çarpık bir amaç güttüğü için bu özel duruma sevinemiyorum.

Yalçın, bilime aykırı iddialar savunanlara karşı, o alanda bilimsel yayın yapmamış olduğu itirazı getirildiğinden bahsediyor. Canan Karatay’ı örnek veriyor: 50 yıllık kalp hastalıkları uzmanı Karatay, benzer “saldırılarla yıldırılmak” isteniyormuş. Yalçın bu itirazı yapanlara şöyle cevap veriyor: “Peki sen yayın yaptın mı?” Bu soruya verilecek doğal cevabı, yani bu konuda çalışmış uzmanların yayınlarını baz almayı kabul etmiyor.

Bölümün geri kalanı bilimsel yayınlardaki yolsuzluklara dair gibi görünüyor. Görünüyor diyorum, çünkü bu konuda çok düzenli ve isabetli olduğu söylenemez, konuyu dağıtıp duruyor. Yine de doğru noktalara, mesela hakemli dergilerdeki özensizliği açığa vuran örneklere, hayalet yazarlara, ilaç firmalarının işlerine gelen sonuçları yayınlatıp işlerine gelmeyenleri örtbas etmesine parmak basıyor. Bunlar bilinen konular, daha sonra döneceğim.

Bölümün sonuna doğru Türkiye’deki bilim sahtekârlıklarından örnekler veriyor. Bu konuda bu blogda epeyce şeyler yazmıştım; Akademik Sahtecilik kategorisi altında bulabilirsiniz. Yalçın, A. Murat Eren’in NTV Bilim dergisinde yazdığı incelemeye de atıf yaparak ünlü sahte konferans düzenleyicisi WASET’ten bahsediyor. Ama bunun tıp ve ilaç konusuyla bir bağlantısı yok.

(Bu incelemenin daha geniş bir halini A. Murat Eren Bilimsel Ahlaksızlığın Gri Mecraları adıyla kendi sitesinde yayınlamıştı. Türkiye’deki yayın sahtekârlıkları hakkında fazla bilginiz yoksa tamamını okumanızı tavsiye ederim. Ne yazık ki bu satırları yazarken mahkeme kararıyla sitenin engellenmiş olduğunu gördüm. Google’da keşlenmiş haline buradan ulaşabilirsiniz. Türkiye’deki intihal, yayın hırsızlığı ve diğer yayın etiği ihlalleri haberlerinin çok iyi bir derlemesini plagiarism-turkish sitesinde bulabilirsiniz.)

Yalçın, bunun ardından benim “Şişme Dergiler ve Yayın Etiği İhlalleri” yazıma atıf yapıyor (ünvanımı yanlış olarak “doçent” yazmış). Bu yazı içinde EEST dergilerinin laçkalığını anlattığım bölümü, ardından da yayın kalitesinin sayılarla ölçülmesini eleştirdiğim kısımdan alıntı yapmış. Bu yazının da tıpla veya ilaç endüstrisiyle bir ilgisi yok.

Bütün bunlardan çıkardığı sonuç şu:

Hâlâ… Tıp konusunda aykırı ses duyduklarında ne diyor kimi çevreler: ‘Bu konuda kaç bilimsel makalesi var ki konuşup duruyor?’

Özetle, Soner Yalçın’ın düşünce zinciri şöyle:

  • Bilimsel çalışma yaptın mı diye soruyorlar.
  • Oysa bunu soranların kendisi bilimsel çalışma yapmamış.
  • Bilimsel yayınlarda sahtekârlıklar var.
  • Demek ki bilimsel yayın yapmasını istemek gerekmez.

Aynı mantıkla şu da söylenebilir.

  • Yolcular sürücüye otobüs ehliyetin var mı diye soruyorlar.
  • Oysa soran yolcuların da ehliyeti yok.
  • Ehliyeti olan sürücüler de kaza yapıyor.
  • Demek ki otobüs kullanmak için ehliyete gerek yok.

Bunun bir safsata olduğunu görmek için safsata kitabı yazmanıza lüzum yok. (Ama sevgili Tevfik Uyar’ın kitabını okursanız daha nicelerini yakalarsınız.)


Yalçın’ın aktardığı etik ihlallerinin bir kısmı doğru. Gerisini teyit etmek lazım, güvenmiyorum çünkü. Bire bin katıyor, çarpıtıyor, normali anormal gösteriyor, ne anlama geldiği belirsiz şeyleri üstüste yığıp kafa karıştırıyor. Ama hadi diyelim ki verdiği her örnek doğru. Bu, bilimsel çalışmaların tamamının külliyen yalan olduğu anlamına mı gelir? Hadi diyelim hepsi yalan olsun; bu, bilimsel çalışma yapmayanların zırvalarını doğru saymamızı mı gerektirir?

Bilimsel yayıncılıkta bir çok eksik, yanlış ve istismar var. Soner Yalçın bunlardan nasıl haberdar oluyor? Nature, Science gibi saygın bilimsel dergilerde bu konularda yazıldığı için. Araştırmacılar, bilimciler, hekimler bu sorunları dile getirdikleri için.

İlaç şirketleri bilimsel yayınlara müdahale etmeye çalışıyorlar, işlerine gelmeyen sonuçların yayınını engellemeye çalışıyorlar. Bunu da biliyor tıp dünyası, ses çıkarıyor, mücadele ediyor. Hekim-gazeteci Ben Goldacre “Bad Pharma” kitabında bu sorunları ayrıntıyla anlatanlardan sadece biri.

Yani, bilimsel çalışma yöntemlerinde sorunlar ortaya çıktığı zaman, bunları herkesten önce farkedip tartışmaya açanlar yine bilimciler. Sahaflarda (!) yaptığı araştırmalarla büyük resmi gören komplo teorisyenleri değil.

S. Yalçın’ın söylediğinin aksine bilimsel yayınlar ne sorgusuz kabul edilir, ne de tartışmasız doğru olarak görülürler. Bilimciler hatasız olmadıklarının farkındadırlar, o yüzden yepyeni bir sonucu hemen kabul etmezler. Bazen masum hatalar olur, bazen de karakter zayıflıklarından kaynaklanan çirkin ve bilinçli hatalar. Ama bir örgütlü davranış olarak bilim, rasyonel tartışma zemininde zamanla kendi kendini düzeltir. “En hakiki mürşit” olmasının sebebi yanlışsız olması değil, yanlışını düzeltmesidir.


Baştaki soruya geri dönelim. “Sen nereden biliyorsun?” son derece geçerli bir sorudur. Bu sorunun iki tane cevabı olabilir.

  1. İnceledim, bilimsel deneyler yaptım. Bilimsel konferanslarda tartıştım. Metodum şu, sonuçlarım şu. Alanın uzmanları çalışmamı inceledi, eleştirdiler. Eleştirilere göre düzelttim, yayınlandı. Şu kadar başka yayında atıf yapıldı.
  2. Bu konuda çalışmış olanların yaptığı araştırmalara baktım. Veya, bu araştırmaların sonuçlarını istatistiksel olarak toplayıp bir ortak sonuç çıkaran meta-analizleri inceledim. Veya, meslek kuruluşları, saygın üniversiteler, köklü bilimsel dergiler gibi kaynaklardan uzman olmayanlar için hazırlanmış açıklamaları okudum.

S. Yalçın bilimsel yayıncılıktaki usulsüzlüklerin bütün yayınlar için geçerli olduğunu zannederek birinci maddeyi geçersiz kılmaya çalışıyor. Oysa bu doğru değil; nitelikli yayınları niteliksizlerinden ayırt etmek mümkündür. İş olsun CV dolsun diye yazılmış makaleler zaten çoğunlukla bilimsel tartışmanın ana damarında yer almazlar. Eskaza karıştıklarında da bir süre sonra ortaya çıkarlar. Yalancının mumu yatsıya kadar yanar sözü en çok bilimsel araştırmalarda doğrudur.

Ama en kötüsü, S. Yalçın’ın seçici şüpheciliği. Mesela “nereden biliyorsun?” sorusunu Canan Karatay’a değil, onu sorgulayanlara yöneltiyor. “Başkasının araştırmalarına inanıyorum” diyenleri “biz şüphe etmeye devam edeceğiz” diye küçümserken, inandığı kişilere aynı şüphecilik kriterini uygulamıyor.

Bir insan aşırı şüpheci olabilir. Gözüyle görmediği, eliyle dokunmadığı hiç bir şeye inanmıyor olabilir. Hatta antik Pironcu skeptikler gibi hiç bir şeyin doğrusunu bilemeyeceğini düşünüp her konuda yargıdan kaçınabilir. Ama bunun tutarlı bir kriteri olmalıdır. Bir yandan her türlü bilimsel çalışmayı “belki sahtekarlık yapılmıştır” diye reddederken, öbür yandan “homeopati çok iyi bir şeydir ama Rockefeller engelledi” gibi bir masalı sorgusuzca kabul eden birisi kendine şüpheci diyemez. Aksi yöndeki yığınla delile rağmen önyargılara sıkı sıkı sarılmak güdümlü düşüncedir. Karşı delilleri orantısız ölçüde titizlikle eleştirmeye şüphecilik değil inkarcılık denir.

Yazar: Kaan Öztürk

Fizikçi, veri bilimci, eski akademisyen.

One thought on “Kara Kutu: “Nereden biliyorsun?””

  1. Bu yazızını kendi içinde tutarlı gördüm ve çok beğendim.Teşekkürler.

Yorum bırakın