Türkler uzayda!

Farkettiniz mi bilmem, iktidar ağzında bir “uzay”, “uzay gemisi” lafı dönüp duruyor.

Birkaç ay önce ekonomi bakanı Zafer Çağlayan, “lobiciler, bankacılar, 28 Şubat, 27 Nisan olmasaydı bugün uzay gemisi yapardık” dedi.

uzay1Geçen hafta AKP “terör olmasaydı” hashtagiyle görseller yayınladı. Bunlardan birine göre “terör olmasaydı 12 adet NASA uzay üssü inşa edilebilirdi“.

uzay2Yani, uzaya gitmek için paradan başka birşeye ihtiyaç yok. Lobiler, itaatsiz Gezi’ciler, teröristler önümüzü kesmese parayı biriktirip uzaya gidecektik. Parasını bastırdın mı her türlü bilgi ve beceri kafana hüüp diye doluverir zaten, insan yetiştirmeye hiç gerek yok.

Geçen hafta Trabzon’da bir spor kompleksi açıldı. Gazetelerde manşet: “Trabzon’da uzay üssü!” Adamlar uzay üssünü sensörlü kapılar, otomatik mekanizmalar filanla bağdaştırmış, ötesi yok.

uzay4Açılışta Erdoğan yine lafı bir şekilde uzaya getirmiş: “Başörtüsüne gericilik dediler. Şimdi soruyorum sizlere, bunlar uzaya mekik gönderdiler de başörtüsünün ucuna mı takıldı? Hızlı tren yaptılar da başörtüsü bu treni raydan mı çıkardı? Marmaray inşa ettiler de başörtüsü tüneli mi tıkadı? Şimdi uzaya kendi uydularımızı gönderiyoruz, hamdolsun başörtüsü kuyruğuna takılmadı.

uzay3Bahsettiği çok iyi oldu, hatırladık: 2004’de yetersiz hazırlıkla çalıştırılan hızlı tren raydan çıkmış, 41 kişi ölmüştü. Sonunda dava, zaman aşımından düştü ve sorumlular cezasız kaldı. AKP iktidarında bu treni raydan başörtüsü çıkarmadığına göre, erkekli-kızlı oturanlar mı çıkardı?

Marmaray’ı siyasi şov için acele acele açtırdı. Hazır olmadığı hemen ertesi gün belli oldu, defalarca elektrikler kesildi, arıza yaptı. Dualarla açtıkları bu tüneli kim tıkadı, gece 22:00’den sonra içki içenler mi, dekolte giyenler mi?

Göktürk-2 uydusu ile ne kadar övünebileceği de şüpheli. Uydunun üretiminde aktif olarak çalışmış bir araştırmacıdan şunları öğreniyoruz: Proje 1998’de başladı, 2000’lerin ilk yarısında TÜBİTAK’ın yaşadığı çalkantılara rağmen devam etti. 2011’de ise tepeden inme değişiklikler yapıldı. Yıllarca BİLSAT, RASAT ve Göktürk projelerinde tecrübe biriktirmiş ekip üyeleri yıldırma ve korkutmayla dağıtıldı, yerlerine konuya uzak ama iktidara yakın kişiler geldi.

Evet, Göktürk-2 başörtüsüne takılmadı, ama zor bela birikmiş know-how’un partizan kadrolaşma uğruna yokedildiği doğruysa, bundan sonraki uydular başörtüsüne takılmış olabilir.


Türkiye devletinde bir sonradan görmelik, bir hacıağa kafası hüküm sürüyor. Kafasına yatmayan şeyleri “yok size para” diye engellemeye çalıştığı gibi, imrendiği şeyleri de “parası neyse veririz“le elde edebileceğini zannediyor.

Ama bazı şeyleri elde etmeye para yetmez. Para vererek iyi bir eş veya ebeveyn olamazsınız meselâ. Bilgi sahibi olmak da sadece parayla olmaz. Masrafı neyse verip binlerce kitap alabilirsiniz, ama sonra onları okumanız gerekir.

Keza uzaya gitmek, dünyayı keşfetmek, hastalıklara çare bulmak, yeni malzemeler üretmek, yeni buluşlar yapmak, “al şu parayı” diye çocuğu bakkala göndermeye benzemez. Önce, insanları hazırlamalısınız. Bunun için de temel bilimler, sanat, felsefe, edebiyat, tarih ile yoğrulmuş dört başı mamur bir kültürünüz olmalı. Ara elemanlarla olmaz o iş, kalem efendileri lâzım.

Çok iyi matematikçileri, romancıları, heykeltraşları, dilbilimcileri bulunmayıp uzaya gidebilen, ilaç üretebilen bir tek toplum yoktur. Bu bir bileşik kaplar meselesidir. Ya hepsi, ya hiçbiri.

“Genel ahlaka uymayan” tiyatrolara devlet teşvikini kesmek veya imamları eğitim kadrolarına atamak ile teknolojik inovasyon yapamamak arasında çok yakın ilişkiler vardır. Volkanik takımadalar gibi dışarıdan ayrı da gözükseler, dipten birbirlerine bağlıdırlar. Kafayı suya daldıran görür.


Olmasına olur aslında; verirsiniz milyonlarca doları, uzay mekiğinin sonraki uçuşuna yancı bir Türk pilot bindirirsiniz. Ciddi bir görev vermezler, yukarıya çıkınca göğsünde Türk bayrağıyla poz verir, sonra seccadesini çıkarıp dünyaya doğru iki rekât namaz kılar, dönünce de “feza fatihi” diye karşılanır. Hatta belki elinden tutup aya bile götürürler. Bu turistik geziler ülkeye hiç bir uzay becerisi katmaz, ama küçük dünyanızda kendinizi birşey sanarak gururlanırsınız.

400px-Turist_Ömer_Uzay_YolundaBu arada, uzay bilimi ve teknolojisini sıfırdan kurmuş olan ülkeler hem bilgilerini hem de zenginliklerini artırmaya devam ederler. Mesela uzaydaki göktaşlarını devşirerek ucuz maden elde ederler. Sizin, eşi bulunmaz doğanızı tahrip ederek çıkardığınız madenler bunlarla rekabet edemez, elinizde kalır. Mirasyedi gibi harcadığınız bir ülkede, niteliksiz iş gücünüzle başbaşa kalır, şanlı ecdadınızın bir zamanlar gâvuru nasıl titrettiğinin masallarını anlatarak avunursunuz.

Ha, ama çok güzel pasta yersiniz. Hani fizikçi yerine yetiştirdiğiniz pastacılar vardı ya, onlar sayesinde.

TÜBİTAK’tan e-kitap proje çağrısı

TÜBİTAK bir hafta önce üniversite düzeyindeki derslere yönelik e-kitaplar hazırlanması için bir proje çağrısı yayınladı. Çeşitli fen ve matematik dersleri için hazırlanacak e-kitapların animasyon, simülasyon ve etkileşimli yazılımlarla desteklenmesi isteniyor. Proje kapsamında üretilen e-kitaplar açık erişimli malzeme olarak herkesin kullanımına sunulacak.

TÜBİTAK kitabın üretim masrafları (etkileşimli uygulama, video, animasyon, simülasyon hazırlama gibi) için 120 000 TL’ye kadar destek veriyor. Ayrıca kitap için 50 000 TL’ye kadar telif ücreti verilecek; bu ücret yazarlar arasında paylaşılacak.

Desteklenecek dersler:

  • İstatistiğe giriş 1-2,
  • organik kimya,
  • organik kimya (diğer bölümler),
  • mikro ekonomiye giriş,
  • mikro ekonomi 1-2,
  • eğitim bilimlerine giriş,
  • temel kimya,
  • genel kimya 1-2,
  • makro ekonomiye giriş,
  • makro ekonomi,
  • malzeme biliminin temelleri 1-2,
  • diferansiyel denklemler,
  • genel biyoloji 1-2,
  • temel lineer cebir,
  • lineer cebir
  • kalkülüs 1-2,
  • muhasebe 1-2,
  • sosyolojiye giriş,
  • bilişim teknolojileri,
  • bilişim teknolojileri uygulamaları,
  • fizik 1-2,
  • statik-mukavemet.

Başvuru sürecinin ayrıntıları ve şartnameler burada. Proje başvuruları için son tarih 14 Haziran. Başvuruda kitabın örnek iki bölümünün yayına hazır olarak (konu sonu soruları ve çözümleri, kaynakça ve dizin dahil olmak üzere, sayfa düzeni tam olarak) teslim edilmesi gerekiyor. Kabul edilirse, 18 ay içinde bitirilmesi şart.

Şartnamede kitapların EPUB3 formatında olması isteniyor. Etkileşimli uygulamalar ise HTML5 ile hazırlanmalı. Çok şey isteniyor, bir tek yazarın altından kalkabileceği gibi bir iş değil.

Kitapların kapsamı her konu için ayrı ayrı belirtilmiş. Doğrusu bu kapsamda ve bu kadar zengin içerikli kitaplar üretmek için 18 ay pek yeterli gibi gelmedi bana. Üç beş kişilik bir grupla yazmak lâzım, o zaman da bölünen telif ücreti teşvik edici olmaktan çıkabilir.

Yine de iyi bir girişim; çok güzel ve yararlı kitaplar üretilmesine vesile olabilir. Ders kitabı yazma isteğiniz varsa, başlamak için iyi bir zaman.

Devlet bilim kitabı basmıyorsa ne yapmalı?

TÜBİTAK’ın yirmi senedir sürdürdüğü güzel bir popüler bilim kitapları dizisi var. Bu diziden şimdiye kadar yüzlerce kitap çıktı. Dünyada çok okunan kitapları kaliteli baskı, (genellikle) iyi çeviri ve çok düşük fiyatla Türkçeye kazandırmışlardı. Ancak artık bu seri yok oluyor. Gitgide daha az yeni kitap çıkarılıyor ve baskısı tükenen kitaplar tekrar basılmıyor.

TÜBİTAK katalogunda satışta olan kitapları görebilirsiniz. İlk bakışta epey çok görünebilir, ama çoğu çocuklar ve gençler için. “Yetişkin Kitaplığı” linkinde 50 başlık var, üstelik karton ve sert ciltli baskılar ayrı ayrı listelendiği için, sadece otuz kadar farklı kitap mevcut. Oysa başka bir online kitapçıda bu seriden tam 153 tane kitap görebiliyorsunuz. Çoğu tükenmiş, bulunmuyor.

Bugün gazeteler birdenbire bu tükenmişliği farkediverdiler. Tekrar basılmayanlar arasında gerek Dawkins’in gerek başkalarının evrimsel biyolojiyi işleyen kitaplarının da bulunduğunu görünce “TÜBİTAK evrimi yasakladı” gibi sansasyonel başlıklarla haber yaptılar.

Doğrusu böyle bir şüphe yersiz değil. Darwin yılı olan 2009’da Bilim Teknik’in Darwin’li bir kapak yapmaya yeltenmesi ama TÜBİTAK yönetiminin dergi editörlerini sert bir şekilde engellemesi hâlâ akıllarda.

Daha bir sene önce, TÜBİTAK’ın başına yeni atanan Yücel Altunbaşak, basın toplantısında evrim hakkındaki bir soruya “Türkiye’nin birliğe ihtiyacı var. Uçak füze diyoruz. Bunlara odaklandık. Evrim teorisine inanan var inanmayan var. Birlikteliğe daha çok ihtiyacımız var.” diye kemküm etmişti. (Şurada biraz dalgamı geçmiştim.)

Bu zihniyeti tanıyınca, evrimi anlatan kitaplara özel sansür konduğunu düşünmek makul. Ama yeni baskısı yapılmayan kitaplar arasında evrimle hiç alâkası olmayanlar daha fazla: Depremler (Bruce Bolt), Süpersimetri (Gordon Kane), Rakamların Evrensel Tarihi (Georges Ifrah), Kralın Yeni Usu (Roger Penrose), Kaos (James Gleick), Tüfek, Mikrop, ve Çelik (Jared Diamond), ve daha sayamayacağım birçok kitap.

Burada evrim sansürünün ötesinde bir şey oluyor. Belli ki TÜBİTAK yakında popüler bilim kitapları dizisini tamamen öldürecek, ki bu da A.K. Partisi hükümetinin işine gelmeyen hiç bir şeye devlet desteği vermeme politikasına uygun. Hükümetin temel bilimlere uzun zamandır üvey evlat muamelesi yaptığı da malum, o yüzden bu kitap dizisini de lüzumsuz gördüğünü tahmin edebiliriz.

Yazık. TÜBİTAK’ın bu işlevi çok önemliydi. Kitapların iki-üç bin basıldığı bir ülkede, özel yayıncıların cesaret edemeyeceği kitapların Türkçeye kazandırılmasını sağlıyordu.

Peki bu devletin görevi midir? Bence evet. Yapılması gereken ama kazançlı olmadığı için piyasanın halledemeyeceği işleri üstlenmek devletin işleri arasında. Türkiye gibi bir ülkede kitap basmak bu kategoride bir iş.

Ama şimdi devlete güvenmenin sakıncasını hep birlikte görüyoruz: Devleti yönetenler bir işin “yapılması gereken” sınıfında olmadığını düşünmeye başlayınca, o iş suya düşüyor.

Devlet yapmazsa yapmasın. Biz temel bilimleri okumaya, öğrenmeye, yaymaya devam edeceğiz. Alfa’nın, Metis’in, ve daha birçok özel yayınevinin birçok güzel kitabı var. Bir gün, seksen milyonluk bir ülkede birkaç bin bilim kitabının satılamayacağı kadar pespaye bir duruma düşersek ve yayınevleri artık bunları basmak istemezse, bloglarımızda yazacağız. Türkçe kaynak yoksa, İngilizce kitapları okuyabilecek kadar dil öğreneceğiz. Kimsenin bilgiye ulaşmamıza engel olmasına izin vermeyeceğiz.

Batılılaşmaya çabaladığımız iki yüz yıldan sonra artık bazı şeylerin kök saldığına inanmak istiyorum. Bu koca ülkede Vikipedi, Açık Bilim, Evrim Çalışkanları, Yalansavar gibi bilgi kaynaklarına düzenli katkılar yapabilecek, yeni bilgi siteleri oluşturup büyütebilecek üç beş bin kişi muhakkak vardır. Bu birkaç bin insanı, hiç olmazsa ayda bir kere, ilgisini çeken bilimsel bir konuda birşey yazıp internette yayınlamaya davet ediyorum. Belki topluca karanlığa gidiyoruzdur, ama sessiz sedasız gitmeyelim.

 

GDO’lar için ABD’den Bilim Teknik’e ısmarlanan yazı

Ahmet Yükseltürk’ün dün FriendFeed’de paylaştığı Wikileaks belgesi, TÜBİTAK Bilim Teknik dergisinin ABD elçiliğinin “teşvikiyle”, biyoteknolojinin faydalarına dair ısmarlama bir yazı yayınladığını gösteriyor. Yazı özellikle Türkiye’de biyogüvenlik yasa tasarısının tartışıldığı zamanda, yasayı ABD’nin istediği gevşekliğe getirmek için kamuoyunu yönlendirmek amacıyla hazırlanmış.

15 Şubat 2005 tarihli kriptoda, özetle, Türkiye’de hazırlanan biyogüvenlik yasa tasarısından dolayı endişe ifade ediyor. ABD ile ticareti aksatacağı ve Türk tarımına zarar vereceği iddia ediliyor. Ancak iş dünyasının temsilcileri (hangi ülkenin olduğu belirtilmemiş) ABD hükümetinin doğrudan işe karışmasının ters tepki yaratacağını söylemişler. ABD Tarım Bakanlığı’nın Dış Tarım Servisi (USDA-FAS) ile Türkiye Tarım Bakanlığı ve meclis yetkilileri arasında konuşmalar yapılmış.

Tasarının değiştirilmesi amacıyla, ABD Senatosu’nun tarım biyoteknolojisi danışmanı Madelyn Spirnak Türkiye’de 31 Ocak-3 Şubat 2005 arasında görüşmeler yapmış. Görüştükleri arasında Tarım Bakanlığı müsteşarı, Meclis Tarım Komisyonu üyesi üç milletvekili, TÜBİTAK başkan yardımcısı, Çevre Bakanlığı ve DPT yetkilileri, TÜSİAD, tarım ve hayvancılık birlikleri temsilcileri, hatta uluslarası değişim programına katılmış olanlar ve Fulbright bursu almış olanlar var. Spirnak, ABD hükümetinin biyogüvenlik yasa tasarısının ticareti ve gelişmeyi aksatacağını düşündüğünü bildirmiş. Bir yandan da, biyoteknoloji ürünlerinin çevre dostu olduğunu ve gelişmekte olan ülkeler için ne kadar yararlı olduğunu anlatmış.

İnsanın “bayram değil seyran değil, eniştem beni niye öptü?” diyesi geliyor. Niye ABD bizim iyiliğimiz için bu kadar zahmete giriyor acaba?

Kriptoda, biyoteknoloji politikalarının kalkınma ve çevre konularındaki faydalarını anlatacak ABD’li bir konuşmacının getirtilmesi kararından bahsediliyor, ama kim olacağı belli değil. Ayrıca TÜBİTAK’ın Bilim ve Teknik dergisine tarımsal biyoteknolojinin olumlu yönlerini yansıtacak bir yazı için bilgi sunmayı teklif edecekleri (Türkçesi: bu yönde yazı sipariş edecekleri) yazılı.

ferayebend’in aktardığı 19 Eylül 2005 tarihli başka bir kripto ABD’nin biyoteknoloji tartışmalarınde iyiden iyiye taraf olduğunu gösteriyor. “Tartışmayı dengelemek” için Illinois Üniversitesi gıda mikrobiyologu Dr. Bruce Chassy’nin Türkiye’yi ziyaret etmesi ve konuşmalar yapması ayarlanmış. Kriptoda “duygusal tepkiler”den ve “bilime karşı ideoloji”den yana yakıla şikâyet ediliyor.

ABD’nin biyoteknoloji propagandasının Bilim Teknik ayağı da yine Dr. Chassy tarafından kotarılmış. Kasım 2005 sayısının 14-15. sayfalarında onunla yapılan bir röportaj yayınlanmış.

Kısa röportajın bence en vurucu sorusu olan “Bu teknolojinin, çiftçilerin kendi kendilerine yetme yetilerini öldüreceği ve dış kaynaklı tohumlara bağımlı olmalarına yol açacağından korkuluyor” cümlesine ABD’nin biyoteknoloji elçisinin net bir cevap vermediğini, soruyla alâkasız bir araba laf ettiğini görebilirsiniz. Chassy özetle, tohumluk saklayanların fakir olduğu, her yıl yeni tohum alanların ise zenginleştiği gibi acaip bir iddiada bulunuyor.

Peki niye bu gayret? Haydi biz cahil Şarklılarız, bizim için iyi olanı anlamayız. Neden ABD elçiliğini, Senato danışmanlarını ve bilimadamlarını seferber edip bizi kurtarmaya çalışıyor?

Sadece bizi değil, herkesi. ABD hükümeti, tohum sanayiinin en büyük şirketi olan, rüşvetçiliğiyle de bilinen Monsanto’nun çıkarlarını bütün dünyada kollama görevi üstlenmiş (golyandro‘ya teşekkürler).

Monsanto’nun ikinci nesil tohumların kısırlaştırıldığı “terminatör” teknolojisine sahip olduğu biliniyor. Bu teknolojiyi kullanmama sözü vermiş de olsa, geliştirme sürüyor ve ileride ne şekilde karşımıza çıkacağı belli değil.

Chassy terminatör tohum kullanılmadığını söylemiş, ama Monsanto’nun üreticilerle yaptığı satış anlaşması zaten bunu gereksiz kılıyor. Anlaşma üreticinin tohumları tekrar kullanmak için saklamasını açıkça yasaklıyor. Sattığı tohumla ne yapıp ne yapamayacağına dair anlaşma imzalatmak acaip de olsa, kendinizi uluslararası şirketlerin insafına terkettiğinizde olacak budur. Monsanto, Microsoft tarzı saldırgan, yokedici, tekel amaçlı ve temel hakları çiğneyen pazarlama takip ediyor gibi görünüyor.

Önümüzdeki günlerde bu konularda daha derin incelemeler yazılacağını tahmin ediyorum; gördükçe onları da paylaşacağım. Şahsen GDO’lar ve biyoteknolojik tohumların faydası/zararı hakkında fazla bilgim yok. Çok itiraz olduğunun farkındayım ama bilimselliklerini tam incelemedim.

Ama farzedelim ki GDO’lar tamamen faydalı, biyoteknoloji ürünü tohumlar çok daha çevre dostu, verimli ve besleyici. Diyelim ki bu konuda hiç bir bilimsel şüphe yok.

Yine de bu, beslenme gibi en temel ihtiyacımız için başkalarının insafına teslim olmayı haklı çıkarır mı? Bir süre sonra bu tohumlara tamamen bağımlı olduğumuzda tohum üreticisinin fahiş zamlar yapmayacağının garantisi var mı? Tohum piyasasının serbest pazar olmadığı belli, yani alternatif bulamayacağız; aç kalma şansımız da olmadığına göre mecburen ne isterlerse vereceğiz. Dahası, diyelim bir şekilde ABD ile ters düştük ve bize ambargo uygulamaya başladı, bütün ticaretle beraber tohumlar da kesildi. Açlıktan öleceğimiz kesindir.

Bir köşede bir avuç tohumluk bırakmış olmak da bizi kurtarmaz çünkü bunların artırılıp bir ülkeyi besleyecek miktara çıkarılması için onlarca yıl gerekir.

On bin yıldır insanlar ekip biçiyor ve tohumluk ayırarak ertesi seneki rızkını çıkarıyor. Medeniyetin ortaya çıkması da, devam etmesi de bu döngü sayesindedir. Bir felâket olup medeniyetimiz ortadan kalkarsa, insan soyunun devamını da yine bu tabiat döngüsü sağlayacaktır. Bu sistemi bozmak, kâr için insanların tam mânâsıyla ekmeğiyle oynamak vicdansızlığın en üst derecesi olsa gerek.

Bilim Teknik’de eski hamam eski tas

Ah ah! Evrim sansüründen sonra kızılca kıyamet kopmuş, TÜBİTAK geri adım atarak Bilim Teknik’in editörünün işine devam edeceğini duyurmuştu. Bütün bu gürültüden sonra bu ayki Bilim Teknik’in kapağında Darwin’i görmeyi bekliyordum. Heyecanla gazeteciye koştum. Heyhat! Kapağı bırakın, içinde bile Darwin ve evrim üzerine bir yazı yok. Anlaşılan “büyüklerimiz” olayı örtbas etmiş, gerekli kişilere yeterli azarı çekmiş ve olayı kapatmış. Bundan sonra TÜBİTAK’dan evrime dair bir yayın beklemek saflık olur.

Paramı Bilim Teknik’e harcayıp ziyan etmedim. Neyse ki şimdi NTV Bilim var. İnadına güzel yazılar çıkarıyorlar. Nisan sayısında “150. yılında Evrim Kuramı” başlıklı bir dosya hazırlamışlar. Başvuru kaynağı olarak muhafaza etmeye değer bir sayı olmuş.

Bilim-Teknik Yayın Yönetmeni: Sansür gerçek

TÜBİTAK’ın Darwin sansürü hakkında yeni haberler hızla birbirini takip ediyor. TÜBİTAK’ın resmi açıklamasının ardından sular durulur gibiydi. Ömer Cebeci Genel Yayın Yönetmeni’nin arkadan işler çevirdiğini ve önceden kararlaştırılmış kapağı ve yazıları alelacele değiştirdiğini iddia etti. Daha sonra diğer TÜBİTAK bilim kurulu üyeleri bir yanlış anlamanın söz konusu olduğunu, sansür falan olmadığını, olanlara çok üzüldüklerini söylediler (herkesin yüreği pek yufka — hemen üzülürler). “Bilim-Teknik Yayın Yönetmeni: Sansür gerçek” okumaya devam et

Evrim’i vurgulamanın önemi

Dün akşam 24 kanalında Ömer Cebeci Darwin skandalı konusunda beyanat verdi. Olayın bir iç yönetim anlaşmazlığı olduğunu iddia etti. “Bu bir iş kazasıdır” dedi. Nitekim TÜBİTAK’ın basın açıklamasında da aynı durum ifade edilmişti.

Takıldığım iki nokta var. Birincisi, “Sorumlu Yazı İşleri Müdürü ve Yayın Yönetmeninin yetki aşımından kaynaklanan sorunlar” ifadesi. Bir derginin muhtevası konusunda tam yetki ya kimde olacaktı? Yayın Kurulu’nun bir üyesinin bu kadar mikro-idare yapması olağan bir durum mudur? “Evrim’i vurgulamanın önemi” okumaya devam et

TÜBİTAK’a tepkiler

TÜBİTAK’ın Darwin sansürü genelde bilimsel tartışmalarla pek ilgilenmeyen medyamızda epeyce irdelendi. Bütün linkleri buraya koymam imkansız, ama gazetelerin internet arşivleri emrimize amade bekliyor. Ayrıca TÜBİTAK’ın kendi sitesinde de “Basında TÜBİTAK” başlığı altında bu haberler toplanıyor. “TÜBİTAK’a tepkiler” okumaya devam et